Sır Beyin


Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji(Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi) Kürsüsünde(şimdiki adı Anabilim Dalı), Epileptik bir hastamızın beyin ameliyatını,  genel anestezi vermeden, uyanık olarak gerçekleştirdiğimiz ve o zamanki teknik imkanlarımızla hastanın konuşma ve düşünme fonksiyonları esnasında meydana gelen beyin frekanslarını mikroelektrotlarla kortikal olarak kaydettiğimiz, analiz ettiğimiz ve her iki frekans kayıtlarının birbirine çok yakınlık ve benzerlik  gösterdiğini ve bunun “Düşüncenin Okunması” hususunda önemli bir adım olacağını  tespit ettiğimiz günden itibaren 43 yıl, farelerde kısmi beyin nakli çalışmaları ve araştırmaları yaptığımız ve “Beyin Nakline Doğru” manşeti ile bir dergiye kapak olduğumuz tarihten sonra 32 sene geçmiş olmasına ve hala bütün Dünya’da yapılan Neuroscience (Nörobilim) araştırmaları ile beraber, bu yolda yürümeye ve sır kapılarını bir bir açmaya gayret etmemize  rağmen, muhteşem canlı devre “BEYİN” esrarengizliğinden ödün vermiyor!

İçine girdiğimiz günden beri, insanlığı ve dolayısı ile bilimi ve bilim insanlarını şaşırtmaya, hayrete düşürmeye ve işin çok daha başında olduğumuzu hatırlatırcasına yeni yeni sırları önümüze koyarak, kapılarının açılması için bizi tahrik etmeye devam ediyor, Allah’ın en büyük nimet ve lütuflarından ilk sırada yer alan, düşüncenin laboratuvarı, her duruma göre plan yapan stratejik bir kumanda merkezi olan “BEYİN”.

Kâinat bile, kendi yapılanması ve düzeni çerçevesinde, içerisinde her ne varsa, “birliktelik ağı”  oluşturmuş, birbirine muhtaç,  devamlı iletişim, değişim ve devinim halinde bulunan, “bilgi” üreten “canlı” bir “BEYİN”dir. Zira Beyin, Kâinat, Hayat ve San’at, müteselsil Matematiksel  bir denklemdir. Bir donanım halindeki beynin yazılımı olan akıl, uzun vadede problem çözme ve planlama, işletim sistemi durumundaki zeka ise, kısa süreli sorun çözme kabiliyetidir.

Kâinat ve mevcudat, ilk yaratılan Matematik bilgisi üzerine, inşa edilmiştir. Beynin, dolayısı ile Kâinatın sırrına vâkıf  ve mazhar olmak, rakamların sırrına vukûfiyetle başlar. Her yer sırılsıklam Matematik kokuyor. Her şey Matematik. Matematiksel Nörobilim Simülasyon Modellemeleri, yeni kapılar açıyor. Yeni şafaklar, Nöro Matematik’te sökecek. Rakamların gizemini farkında olmayan, Kâinatın sırrına vakıf olamaz. Modern dünyada ise güzellik; toplumsal bir norm ve kültür göstergesi olmaktan tamamen sıyrılıp dev bir sektöre dönüşmüştür. San’at insanlığın, matematik de bilimin ortak dilidir. Nitekim Temel Bilimler,  çağların ve devrimlerin, uygulamalı bilimler reformların  kapısını açar. Kuantum Mekaniğinde, eşitsizliklerin matematiksel boyutları değişkendir. Kuantik Matematik’de, rakamların mutlak değerleri değişkendir. Erdemli bir hayat da, matematik ile mümkündür! Matematik bilmeyen, hayatın güzelliklerini hissedemez ve sanatsal inceliklerini fark edemez.

Hayat, algılardan ve “bilgi bağlantısallıkları”ndan müteşekkildir. Düşüncelerimiz ve tercihlerimiz, kimliğimizi meydana getirir. Yaratıcılık ve düşüncenin gücü, maddeyi, bilinci, biyoloji ve DNA’yı da değiştirebilir. Düşünce, nöronal bağlantısallığın çocuğudur. Nöronlar da, akıl küpü filozoflardır!  Öğrenme ise, nöronal bağlantısallıkta, gelişim, değişim ve devinimdir. Okunan her kitap, beyni çapalar, sürer, havalandırır ve yeni fikirler üretir.

Beynimizde, vücudumuzdaki her bir noktanın, anatomik düzen içerisinde temsil edildiği bir yer vardır ve beyin durunca, hayat da durur bir anda. Beyin, “Kuantum Biyoloji ve Fiziği” kaidelerince faaliyet gösteren bir “Kuantum Bilgisayarı” gibi çalışan, devamlı değişim ve devinim halinde bulunan ve hiçbir anın tekrar olmayan canlı bir devredir ve beynin hücresi olan her bir “nöron” da, bir “filozoftur”, bir beyindir ve özel bir konnektomu vardır, Laniakea’da olduğu gibi aynı zamanda…

Nöronlar da, hayatta kalabilmek için birbirleriyle devamlı rekabet halindedir her halükarda. Akıl, zihin, vicdan ve duygu dahi, nöronların istişarî bağlantısallıklarının müşterek mahsulüdür zira. Zihnimizin, beynimizin uykuda olsa bile yapamayacağı hiç bir şey yoktur hayatta! 

Bu sebepledir ki, beyin, hep aktif ve canlı tutulmalıdır. Zira, atıl kalan her şey, zamanla küçülür, kaybolur ve unutulur, hatıralar da…  Genç(okuyan-yazan) beyin ise, kendini çok daha iyi ve hızlı tamir eder zamanla. Bu nedenle her insan, kendi beyninin mimarıdır ve beyin, akıl,  zihin, vicdan, duygu, zenginlik ve yokluktur aslında. Beynimizin içi, dışımızın aynasıdır ve kendisini biçimlendirmek ve programlamak için, çevresinden de yardım alır ve çevre de, beyni besler zira! Beyin, öğrenmek ve anlamakla, her an devinim, değişim ve dönüşüm içinde olduğundan, hiç bir anda ne ben aynı “Ben”im, ne de sen aynı “Sen”sin bir anlamda…

Merak, şüphe, önyargısız sorgulamak ve düşünmek, anlamanın ve inanmanın yolunu açar. Düşüncenin yolu da, şüphe etmekten geçer. Biz de hep düşünmeye, merak ve şüphe etmeye devam edeceğiz bu bilim ve ilim yolunda usanmadan, bıkmadan, sırları çözüp sırra ermek için. Nitekim, beyin varsa ve dil değil de ter dökebiliyorsak, endişeye de yer yoktur hiçbir zaman. Zamanı da yöneten beyindir ve beyinde Dopamin arttıkça, zamanın da hızı artar zira. Her şeye rağmen Kâinattaki en büyük güç, “Beyin Gücü”dür ve beyin, hapsolduğu kafatası karanlığında, Cihan için aydınlık ve hürriyettir filhakika. Diğer taraftan, Nöropsikiyatrik hastalıklar, genellikle beyindeki bazı nöronal bağlantısallıkların “Beyindaşlık” hiyerarşi ve düzenine isyanı neticesidir de ayrıca…  

İnsanı “İNSAN” yapan en önemli haslet de, sadece ne anatomik beyindir, ne nöron, ne zeka… Akıldır, mantıktır, inançtır, Matematiktir, disiplindir, düşüncedir, Felsefedir aslında! Haz, libido, kollektif veriler bütünü ve tatlı heyecan kaynağı olan bilim, deneye dayalı Matematik ve Felsefe, “Din” de, “Felsefe” değil midir ki bir anlamda. İlime ve bilime giden yollar, asâlet, gurbet, hicret, zillet, sıklet, gayret, hasret, hayret, halvet ve mahrûmiyet taşları ile döşeli olsa da. Diğer taraftan, en büyük ve en tehlikeli uyuşmazlık, “Matematik Uyuşmazlığı”dır bir bakıma.

İlim ile bilimi birbirinden ayırt etmek gerekir. Bilim, ayıklanabilir, yanlışlanabilir, tekrarlanabilir ve doğrulanabilir olduğu için “Bilim”dir.  İlim ise, ayıklanamadığı, yanlışlanamadığı, tekrarlanamadığı  ve doğrulanamadığı için “İlim”dir. Aksi takdirde ilim, “İlim” olmaktan çıkar, “Bilim” olur. Bilime dayanmayan iman, medeniyet geliştiremez ve imana tabi olan bilim de, bilim olmaktan çıkar. Bilim, yalansız olmaz ve imana göre değil, kendi kurallarına göre yapılır ve doğruya teşne, hakikate mahkûmdur. 

Beyinde de bilimde de her şey, birbiri ile karmaşık ve kaotik bir düzen çerçevesinde ilişkilidir. Bütün karmaşıklıkların da, dayandığı bir matematiği vardır. Nitekim tabiatta her şey, beyin işletim sisteminde olduğu gibi, “Bağlantısallık Matematiği”ni kullanarak, birbiri ile iletişim içerisindedir. Bu karmaşık bağlantılardan bir düzen çıkarmak beynin muhteşem mahareti ve kabiliyetidir. Başarılı bilim insanı, başarılı hekim ve cerrahın müktesebatında bu sır yatar sanırım. Zira, her filozof hekim olmasa da, her iyi hekim filozoftur. Nitekim, iyi hekim olmanın yolu, filozof olmaktan geçer. Her ne kadar “Münevver/Aydın/Entelektüel/Polimat”, ışığını çevresinin karanlığına borçlu olsa da, kendi beyninin birikimini ve ziyasını, bu prensipler çerçevesinde rasyonel ve evrensel hayata katkı ideali uğrunda kullanmalıdır. Yani, paylaşmadığın bilgi, senin değildir. Yani, “Vita Universa”… Yani, her şey, cihanşümul hayatın istikbali için! “VAR” olabilmenin yolu da budur.  Nitekim bu Âlemden, varken var yokken yok, varken yok yokken yok, varken var yokken var ve varken yok yokken var olan nice insanlar geldi/geçti ve gelmeye/geçmeye devam edecektir… Elimizde “Ölüm”e çare olmasa da, “Ölümsüzlük” ve “VAR” olmak elimizde!

Her canlının ve her varlığın, kendine has “VARLIK OLMA” frekans izi vardır! “Varlık”, düşünmek ve bilmek sayesinde anlaşılabilir. Bilim de, düşünmenin kapısıdır. Matematik, bilgiyi özetleyerek anlatma san’atıdır ve hedefi, doğruyu ve gerçeği anlatabilmek olan Matematik, ortak akıl, Matematiksek Mantık ise, düşüncenin matematikselleşmesinin çocuğudur. Kâinat da, matematiksel formüllerin meydana getirdiği geometrik şekiller kompozisyonudur.

Düşünce, beynin elektromanyetik frekansının mahsulüdür. Kâinatta “yaratılış”, farklı boyutlarda, devamlı ve sonsuz ve madde, sonsuz frekansların farklı şekillerdeki sürekli tezahürüdür. Kâinat da, senfonik, harmonik ve düzenli frekanslardan müteşekkildir. Bunu için “ben” de, frekansa büründüm, “BEYİN-İNSAN” diye göründüm!

İnsanın, (zihninde modeli yoksa) zihni dışında her hangi bir şeyi bilme imkanı yoktur. Bu sebeple, düşünmek, öğrenmek ve bilmekle birlikte, anlamak peşinde de olmak gerek…

Dikkat, konsantrasyon ve tekrar ile de, beyin ve bilinçaltı programlanabilir düşünce açısından zamanla! Bunun yanında, akıl yürütmenin önünde en büyük engel olarak ön yargı, cehalet ve bağnazlığın durduğunu unutmadan, düşünce ve hayal ufkunun, insana yeni duyular ve farklı tefekkür boyutları kazandıran beyin ve nöron matematiğinin kelime ve işlem haznesi ile doğru orantılı olduğu hatırlarda tutulmalıdır da.

Kelime-Beyin haznesi, alaka ve etkileşimi demişken, kelimelerin de ruhu ve felsefesi olduğunu unutmamak gerekir. Çok basit birkaç örnek verecek olursak; Dirayet akıl ile, rivayet nakil ile,  hidâyet gönül ile, feraset düşünce ile, kıraat okumakla, ibadet bütün benlikle, ANLAMAKTIR. Gözde dikkat, gönülde rikkat, anlamada idrak, hissetmekte şuur, ruhta muhabbet, bütün benlikle itaat, İNCELİKTİR. Ru’yet gözle, nazar fikirle, basîret kalple, sevgi  ruhla, şuur hissederek, idrak anlayarak, ibadet bütün benlikle, GÖRMEKTİR. Göz ile ima, fikir ile münazara, kalp ile muhabbet, dil ile kelâm, yürek ile sıdk, anlayarak nutuk, benlikle zikir, KONUŞMAKTIR. Hevâ akılla, heves nefisle, aşk kalple, sevgi gönülle, vefa sadâkatle, iman her şeyle, SEVMEKTİR. Yolu refik, gönlü sadik, basireti hakîm, hissi edip, kalbi Habib, vücudu tabip, TEDÂVİ eder. Emekte haşat, rızıkta helâl, tavırda celâl, yüzde cemâl, sözde beyan, amelde devam, kalpte safa, akılda dehâ, dostta vefa, davranışta hayâ, Cennette beka, GÜZELDİR. Alenî, bariz, aşikâr, âyan, beyan, bedihî, vazıh, sarih, münhal, Mübin, mefsuh, üryan ve müstehcen. Al işte! Hepsi de “AÇIK”. İçinden çıkabilirsen de çık!  

Genç beyinlere nispeten yaşlı beyin, daha esnek, daha toleranslı, daha entelektüel, daha düşünceli, daha duygusal, daha kararlı, daha yalnız ve daha yaratıcı… Çünkü tecrübe, düşüncenin tekemmülüne ve fikrin kemaline sebeptir. İnsanı, akla ve tecrübeye dayalı bilgisi, tasavvuru ve tahayyülü özgür kılar. Ayrıca tekâmül (kemâle ermek), saflaşarak ölümsüzleşmektir!

Kişiliğimiz bile, genlerimizden ziyade, beyinlerimizde gizlidir ve rüya da, beyinden gelen mesajdır biz insanlara. Beyin, uyarılmayan alanlarını “avara” kalıp tembelleşmesin diye, eski defterleri karıştırıp, yaşanmış ya da yaşanmamış hadiselerden bir kompozisyonla  “rüya” halinde meşgul ederek, canlı tutmaya çalışır aslında! 

Camillo Golgi(1843-1926) ve Santiago Ramon y Cajal’ın(1852-1934), beynin ve düşüncenin  ana yapısını teşkil eden en küçük yapıyı, bilgi işlemcisini ve istişare azasını fark etmelerinden ve mikroskop altında görüp şeklini çizdikleri tarihten  itibaren yıllar geçti ama, biz hala o tek bir “NÖRON”un sırrına bile vakıf olamadık. 

Her açtığımız bir sır kapısı, bizi bir başka, daha girift, daha karmaşık ve daha hayret verici bir sırrın eşiğine getirdi. Ne o usandı bizi esrarının peşinde koşturmaktan, ne de biz koşmaktan… Nitekim “Beyin”,  Kâinat ’tan  çok daha  büyük, tek bir “Nöron” ise daha geniştir. Ve biz aciziz anlamaktan! 

Zaten “Bilim” de böyle bir şey işte. Uzun soluklu bir maraton, bir hayat tarzıdır. Bunun için ben her fırsatta hep “Temel Bilimler Yeni Temel Bilgi, Yeni Temel Bilgi Yeni Teknoloji, Yeni Teknoloji Daha Yeni Temel Bilgi, Daha Yeni Temel Bilgi de Daha Yeni Teknoloji üretir ve bu böyle sürekli devam eder gider, birbirini kovalar” diye söyler dururum. Unutulmamalıdır ki; “Temel Bilimler”, en büyük zaferlerin dikenli yoludur. Ölüme de yazdığım ve yazacağım kitaplarımla meydan okurum. Nitekim, her bir yıla, bir asır sığdırma peşinde olmalı “İnsan” olan!  Bilim Tarihi, namuslu alimlerin namussuzlar tarafından mağdur ve mazlum edilmesi  ile  şöhret bulmuş olsa da, yine insanlığın kaderini, esasını bilim ve san’atın teşkil ettiği medeniyet değiştirir.

Neuroscience’ın (Beyin ve Sinir Biliminin), hayatın ortak ve evrensel bilgi ve tecrübeleri ile mücehhez müktesebatı ışığında, gelişen teknolojiyi de kullanarak, araştırmalar, deneyler ve ameliyatlar yaptık hayvanlarda, insanlarda… Kazandığımız tecrübeyi ve buluşlarımızı paylaştık uluslararası boyutta, makale, kitap ve konferanslarla bilim insanlarına bütün dünyada… Bilime katkılarımızın verdiği gurur, güven ve heyecanla, ölümsüzlüğün yolunu bile bulabileceğimizi düşünerek çok yol kat ettiğimizi zannetsek de, bir arpa boyu bile yol alamadığımızı fark ettik sonunda. Ama biz yine de, “Scientia et Amore Vitae”(Yaşam için bilim ve sevgi)  sloganı ile ter dökeceğiz ve geri durmayacağız tek bir nöronun işleyişini, trans hümanizmi, beyni yedeklemeyi ve zihin transferini araştırmaktan, başarmaktan bu yolda… Neler yaptık, neler yapıyoruz, neler yapacağız bu yolda bu uğurda!

Beyin, öldükten sonra bir başka boyuta geçip, yaşamaya(!) devam eder. Beyin, ölüm gerçekleştikten sonra bile, biyolojik olarak, farkındalıkla birlikte bir müddet daha hissetmeye ve algıları kaydetmeyi sürdürür. Aslında ölüm, resetlenerek fabrika ayarlarına dönmenin adıdır! 21. Yüzyılın en büyük yanılgısı olan “Beyin Ölümü” ise, sadece beyin sapı nöronlarının ölmesidir. Yakın gelecekte, öldükten sonra beyinde yaşananlar ve hafıza kaydedilebilecek, okunabilecek, depolanabilecek ve nakledilebilecektir. Hafızanın nakli, beyindeki “prion” hafıza proteinlerinin ayrıştırılarak nakledilmesi ile mümkün olacaktır. “Satılık Hafıza”lar, yola çıktı bile… Geleceğin muharebe sahaları ve cepheleri, beyinler ve bedenler olmakla birlikte, “insan gibi ölebilmek”, yakın gelecekte hasreti çekilen bir lüks olacaktır bu sebeple! Zira insanlar insanlığın kaybettikçe ve zihin transferinin de arz-ı endam etmesi ile, robotlar da insanlaşıyor günümüzde.

Zihin transferi, beyin müktesebatının bir kompütere aktarılarak çeşitli gayelerle kullanılabilmesi ve muhafaza edilebilmesidir. İç dünyamızın kopyalanması, bilincimizin simülasyonunu oluşturabilmek için, bir bilgisayara aktarımını kapsayan varsayımsal bir düşünce ve bir kavramdır. 

Zihin Transferinin üç farklı şekilde yapılabileceği düşünülmektedir. Bunlar, Fizikselcilik (Biyokimyasal), Taranabilirlik (Dijital Kopya) ve Hesaplanabilirlik (Yazılım) olarak ifade edilebilir.

Biyokimyasal Fizikselcilik yönteminde zihin, beynin yapısında, diziliminde ve biyokimyasal muhteviyatında yer alması sebebi ile, tabiat kaidelerince izah edilir ve “Zihinselcilik” adı ile anılır. 

Taranabilirlik olarak adlandırdığımız “Dijital Kopya”, beynin dijital kopyasını meydana getirebilmek ve elde edebilmek için, beyni taklit edebilmemizi sağlayacak teknik donanım ve teknolojiye sahip olmamız gerekmektedir.

Hesaplanabilirlik kavramı altındaki “Yazılım” da ise,  zihnin bilgisayar yazılımına bağlanabilirliği mevzu bahistir. Bu da, zihnimizin hesaplanabilir olduğuna işaret eder. 

Bilinç dahil, beyinde yer alan her fiziksel sahanın, çok “kod” gerektirse bile, her türlü itiraz, tepki ve menfi davranışlara rağmen, tam olarak kopyalanabilirliği mümkündür. Zira bu muhteşem organ, hayat, cihanşümul bağlantısallık, erdem ve huzur adına her türlü   araştırmanın üzerinde yapılmasını ve sırlarının açığa çıkartılarak fâş edilmesini hak edecek kutsiyettedir! Nitekim, 1.5 Katrilyon Glia hücresi ve 100 Milyar Nöronun, namütenahi bağlantılar vasıtası ile, her biri saniyede sayısız sinyaller ile(10 üzeri 16 işlem/ saniye) istihbarı ve istişari fikir alışverişinde bulunarak, beyinde her gün sonsuz hadise yaşanabilmektedir. 

Nöronlar zaten, sadece bağlantılardan meydana gelmemiş, bilgi işleyen birer kompüter gibi de faaliyet göstermektedir. Sinapslar ise, ister kimyasal olsun ister elektriksel olsun, her türlü sinyali alıp nakl eden reseptörlerdir. Her sinapsta binlerce reseptör bulunmaktadır. 

“Beynin Hafızası Namütenehidir” derken, bir fikir vermesi açısından, bilgi ve hafıza kapasitesinde kullanılan kelimeleri burada bir tablo halinde vermeyi faydalı buluyorum.

Hatırlama, planlama, düşünme, fikir üretme, tasarlama, umut etme, hayal kuma gibi bir çok fonksiyonları olan Corteks  çok önemli olsa da, hakikatte bizi “BİZ” yapan beyin katmanının veya bölgelerinin neresi olduğunu, kesinlikle bilemiyoruz. Bu hususta bildiğimiz tek şey; beynin kendi matematiği ve bağlantısallığı çerçevesinde, ortak hareket ettiği ve firesiz ittifakla karar aldığıdır. Aksi takdirde, beyin anarşi, isyan, hatta ihtilallerin merkezi haline gelmektedir.

Beynimizi dijital alemde simule edebileceğimiz yeni bir modele ve yeni bir  tarama sistemine ihtiyacımız vardır. Maalesef günümüzdeki Fonksiyonel Manyetik Rezonans (fMR), henüz bu ihtiyacımızı karşılayabilecek derecede geliştirilememiştir. 

Ancak, beyin dokusunu çok küçük parçalara ayırarak, yüksek çözünürlüklü Elektron Mikroskopla (EM) tarayarak, hücreler ile bağlantılarının tam bir haritasını çıkarmak mümkün olmuştur. 2019 Yılında yapılan araştırma sonucunda, bir milimetre küplük fare beyninin haritası çıkartılmıştır.

Fare Beyninden alınan bir milimetre küplük doku örneği:

Evet… Bir milimetre küp cesametindeki beyin dokusunda neler var neler…  Çok gelişmiş 5 EM, 5 ay boyunca devamlı olarak çalışarak 100 Milyondan fazla görüntü elde edildi. Bu görüntülerin üç boyutlu modellemesi ancak üç ayda tamamlanabildi. Hepsi 2 Milyon GB’lık bir depolama alanını doldurmuştur. Fare beyninden alınan ve 25.000 dilime bölünmüş bu bir kum tanesi büyüklüğündeki dokuda, 100.000 nöron, 1 Milyar sinaps ve 4 km. uzunluğuna ulaşan sinir liflerinin mevcut olduğu tespit edildi. Bir mm. küp beyin dokusundaki bilgi 2 Milyon GB kadar yer işgal ediyorsa ve bütün bunlarla birlikte, insan beyninin tamamen taranabilmesi için, günümüz teknolojik imkanları ile bütün bu işlemlerin yaklaşık 1.250.000 kez tekrar edilmesi gerekmektedir. Bunun için gereken süre ise, bütün bir beynin 1.250.000 mm. küp olduğu var sayılarak, yaklaşık 1.000.000 yıldır. Tüm beyindeki bilginin ne kadarlık yer işgal edebileceğini, varın siz hesap edin. Tabloyu yukarıda verdim. Ona göre hesap edebilirsiniz!

Hücre düzeyindeki bütün işlemleri gerçekleştiren milyarlarca protein ve molekülleri, teker teker incelememizi sağlayacak, daha küçük yapıların haritalarını çıkartarak ortaya koymamız gerekmektedir. Bunu için de, Dünya’daki bütün veri depolarının kapasitesini aşacak miktarda veri oluşturabilecektir!

Diğer taraftan, elimizde bütün sinapsların taramaları olsa bile, bağlantı şemasını canlandırabilmek, bu sabit yapıya hayat kazandırabilmek, kimyasal bağlantı yasaları ile yenilik getirebilmek ve simülasyonu aktive edebilmek için, elektrodinamik yasa ve kurallara ihtiyacımız vardır.  Ancak bu şekilde, mikrosaniyelerce var olabilen, zamanla evrilen, düşünen, görüp harekete geçebilen dinamik ve aktif bir beyin elde edebiliriz! Bununla birlikte, mevcut teknolojimizin gerçek zihin yaratmayı ve sağlamayı başarıp başaramayacağını henüz bilmiyoruz. 

Beynin ve zihnin kompleks yapısını çözebilmemiz için, önümüzde çok uzun bir yol vardır. Her türlü imkânımız olsa bile, belki de çözülemeyecek kadar karmaşık bir düzene sahip olması sebebi ile, başaramayabiliriz de…  Zira çözümlenmesi gereken çok soru var önümüzde. Her bir hücreyi, en küçük atom ve atom altı parçacıklarına kadar simule etmemiz gerekecektir. “Basit Taklit Sistemleri” ve “Olasılık Modelleme Sistemleri”ni kullanarak, süreci kısaltmak mümkün olsa da, daha çok sır kapısı var önümüzde, açılmayı bekleyen.

Ayrıca bilinç, beyin muhteviyat ve fonksiyonlarının toplamından ve integrasyonundan da fazlasıdır! Bu nedenlerle, şimdilik tam ve kusursuz  bir “Bilinç” yapmaya kafi enformasyona sahip değiliz. İstikbalde  bunun mümkün olabilmesi için, simülasyona giden yolun başında olsak da, araştırmalarımıza yılmadan, usanmadan bu uğurda gayretle ter dökmeye devam edeceğiz. Bilim, geri dönmek değil, hep ileriye gidebilmek için vardır.  

Beynimizi, bilincimizi ve zihnimizi kopyalayabilecek kadar, en azından nöron ve işleyişini en ince detayına kadar çok iyi bilmemiz ve bununla ilgili yeni teknolojileri de geliştirmemiz gerekmektedir. Çok hızlı gelişen bilgisayar teknolojileri ile de zihin transferinin yolundaki karanlık noktaların bir bir aydınlanacağı inancındayım.

Zihin Transferi; başarılı olarak gerçekleştirilebilirse, bu bir ölümsüzlük müdür? Kopyalama mıdır? Evet, kopyanız hasar görmediği ve silinmediği müddetçe, “var” olmaya devam edebiliriz! Ancak bu taramanız bozulursa, hasar görürse, zihniniz de, kopyanız da bozulacaktır! Böylece, sonsuza kadar acı çekebilir, paranoyak olabilir, psişik krize girebilir, dijital zihnin gerçekten kendiniz olup olmadığı hususunda bir paradoksun kuyusunda kıvranabilir, dijital zihin ile aynı duyguları paylaşıp paylaşmadığı ikilemi içerisinde tereddüt yaşayabilirsiniz.

Zihin kopyamız, dijital gözlerini yeni bir hayata açacaktır! Hayata dair, yeme, içme, acıkma, seks… vs. hepsi nöronal faaliyetlerin kontrolü altındadır. Bu zorunluluklar dijital versiyon için olabilir mi, olmayabilir mi, bilmiyoruz.  Bir tuşa basmakla, acıkmak, doygunluk hissi, haz almak, uykuyu almış olmak… vs. ne kadar tatmin edici olacaktır? Anlamlı olacak mı? Doyumsuzluklar, yeni yeni deneyim arayışları, sıra dışı heyecanlar artarda karşımıza çıkacak. Mazinin bir simülasyonu tecrübe edilebilecek. Düşüncenin formu değiştirilebilecek. Maceraperestlere gün doğacak. Küçük uzay gemilerine kendilerini aktararak, binlerce yıl zamanı durdurup, yıldızlara yolculuk edebilirler. Daha neler neler…  “Meçhuller Ummanı” kaçınılmaz olacak.

Dijital zihin versiyonu, kendini değiştirmek, yeni bilgilerle mücehhez kılmak, değiştirmek ve güncellemek isteyebilecektir. Rahatsızlık veren bir hatıra, anı defterinden silinebilecek. Kindarlık, bağımlılık, tembellik ve huysuzluk gibi problemler değiştirilebilecek. Biyolojik bir kısıtlama olmadığından dolayı, yetenekler teknoloji ile birlikte progresyon ve ilerleme gösterebilecek ve gelişebilecektir. Fakat bu husus, organik ve dijital versiyonlar arasında yabancılaşmaya, anlaşmazlığa ve uyuşmazlığa, hatta çatışmaya bile sebep olabilecektir.

Dijital zihnin, organik orijinal aslı ile aynı hissettiğini ve düşündüğünü farz edersek ne olabilir? Organik ve dijital versiyonların aynı anda bulunması ne gibi durumlara sebep olur? Zihin transferi hayata bakış açısını da değiştirecektir. 

Dijital ölümsüzlük gündeme gelecek. Ölümün “mutlak son” olmadığını bilmek nasıl bir şey, zihin kopyalanmadan ölmemek için gayret mi gerekecek, bu tarama teknolojisi yeterince ilerleme gösterirse “Organik ve Dijital Versiyonlar” birbirine nasıl davranacaklar, destek olacak mı biri diğerine, gelecek daha güvenli hale gelebilecek mi… Her dijital zihin versiyonu, hayata katkı sağlamak için mi var olmaya devam edecek, yoksa tehlikeli faaliyetlerde mi bulunacaktır. Sorular birbirini kovalar! İnsan denen mahluk ortada… Hakimiyet kurma arzusu, diktatörlük, faşizm, “hep var olma” ve tahakküm etme isteği hep var olmuş ve olmaya da devam edecektir… “Uyduruk Dijital Dinler ve Tarikatlar” yaygınlaşabilir ve bunların “liderleri”  problem yaratabilir. Çok dikkat gerek! 

Belki de “Dijital Zihinler” uzun müreffeh bir ömür sürdükten ve her istediklerini yaptıktan sonra, inzivaya çekilecektir. Akıl almaz teknolojilerin, insanlığı yeni baştan tanımladığı karanlık bir distopya ile yüzleşmek için hazırlık yapmalıyız. Bu sürükleyici bir hayatın parçası olabiliriz. Bu oyunun bir oyuncusu olmak da var sonunda…

Konu ile alakalı ve henüz yayınlanmamış bazı Aforizmalarımız(Vecizelerimiz)

*Makamlar ve koltuklar, sahibine(!) göre ya itibar kazanır, ya da kaybeder ve ayağa düşer.

*Okumak; sadece okumak, öğrenmek  ve bilmek değil, anlamak, anlatmak ve okuduğunu yaşamaktır da… 

*Her insan için hayâtî bir “Mektup” gönderilmiş. Ama okuyan yok!

*Marifet, tasarrufta değil, tasadduktadır.

*Kemâlât, varlığa değil, yokluğa şükredebilmektir! 

*Ne konuşmak bilmektir, ne de susmak bilmemek.

*Anlamak için inanmak, inanmak için anlamak gerek!

*Derdim; bilmek, anlamak, anlatmak, bilgiyi yaymak ve sevdirmektir.

*Aklı olan, aklını kullanmaz!

*Tecrübeye vesile olan mağlubiyet, zaferdir!

*İlim sahibinin ayağına gider, makam sahibini ayağıma beklerim!

*Meşgûliyet, mes’ûliyettir!

*Hükmün, mülkün kadardır!

*İmza şahsiyet, kalem silahtır.

*Alim olmanın ilk şartı, bilmediğini bilmektir.

*Öğrenmenin yolu, öğretmekten geçer.

*İyi bir öğrenci olabilmek için, önce iyi bir öğretmen olmak gerek!

*Bilim tevazuyu, San’at tekebbürü kabul etmez!

*Hürriyet, eleştirel düşüncenin çocuğudur.

*Delirmeyen, akıllı olamaz!

*Her şey tekâmül içerisinde! Sistem, Hayat, Kâinat, Mevcûdât… 

*İkinci el bilgi ile, bilim insanı olunamaz!

*Hiç kimse, “ismet” ve “mâsûmiyet” ile mücehhez değildir.

*Her fikrin, hayat hakkı vardır.

*Nesli nefse, ihtilâfı iftira ve fitneye, tenzil ve te’vili tekfire fedâ etmemek gerek!

*Fakir vicdan zengini, zengin vicdan fakiri…

*Bir türlü çıraklıktan kurtulamayan demirci, dükkanında çalıştıracak mühendis arar!

*Veremediğiniz hiç bir şey, sizin değildir.

*Keyif almıyorsanız, öğrenememişsiniz.

*En keyifli hikâye, kendi hikâyemizdir.

*Anamnez, muayene öncesi suçluyu tesbit etme sanatıdır.

*Hastalardan önce, “insan düşünce sistemini” tedavi etmek gerekir.

*Bilim, kollektif veriler bütünüdür.

*Hayatı uykuda geçirmemek ve rüya görmemek için, daima uyanık kalmak gerek!

*Kader, tecellidir.

*İrâdî rüyada mes’ûliyet, gayr-i irâdî rüyada mâsûmiyet vardır.

*Varlık bilginin, bilgi varlığın esiridir.

*Ontoloji(Varlık Bilimi) Epistemolojinin(Bilgi Bilimi), Epistemoloji  Ontolojinin esiridir. 

*Cihanşümul adaletin gayesi, mubahat esaslı erdemli bir hayattır.

*Beş duyunun hissettirdikleri ile bir “aldatma  yöntemi” olan “Algı”nın da, Metaverse’ün de babası, Hasan Sabbah’tır.

*“Sebep” İlmin ve Hikmetin, “Nasıl” Bilimin konusudur.

*Mahiyet, sebebe bağlıdır.

*İhtiyaç mahdut, arzular sonsuz…

*Görmek için bakmak gerekse de, bakan da görmez çoğu zaman!

*İlâhi takdir, gaye uğruna her türlü fedakarlık yapıldığı an, harekete geçer.

*Sosyoloji, teknolojinin kölesidir.

*Her canlı, her an tekâmül içerisindedir!

*Organların asli görevleri, unutturulmamalıdır!

*İnsanın en büyük ve en güçlü şahidi, vicdanıdır.

*Vücudumuz, bizden çok daha akıllıdır.

*Bilgi yorulursa, bilgin de yorulur.

*“İnsan”ın en büyük fakirliği, İlim, Bilim, İcraat ve Samimiyettir.

*En tesirli güç, sosyal medya…

*Kur’an da, ilim de, bilim de insana küstü mü, arkasını döner gider. Sevgili de…

*Arz-u endâm için değil, arz-u hâl için ilticâ etmek gerek Sevgiliye…

*İnsan, günâhının âşığı, men edildiğinin hârisidir.

*Şöhretin ederi ve bedeli vardır.

*Kur’an-ı Kerim’i manaya göre okumak, “OKUMAK”tır! 

Manayı, makama feda etmemek gerek.

*“Tek doğruculuk”, “İlâhlık” iddiasıdır.

*Cahil, bilgi değil, hikmet yoksuludur!

*Bilgi varlığı, varlık bilgiyi doğurur.

*Sükunet, dinamizimde gizlidir.

*Kalemim,  düşünce ve sözlerime yetişmekte aciz kaldı!

*Vita Universa…

*Rahman, “Vicdan” diye içimizde gizlenmiş!

*Olacaksa, olmadan olmasının sebebi olur!

*Bilgi susunca, cehâlet sultan olur!

*Dogmanın delili  ve ispatı olmaz! 

*İman güvenilmez ve subjektif, bilim güvenilir ve objektiftir.

*İslam Âlemi(!) bin yıl önce, bilimi “imana” mahkum ederek, gaflet uykusuna yattı ve uyumaya da devam ediyor. 

*İman, mesûliyet gerektirir.

*Demiri pası, insanı ihtirası bitirir!

*En büyük zenginlik, “yok”luktur!

*Gördüğümüz hiç bir rüyanın başlangıcını hatırlayamayız ve hep kendimizi hayatın ortasında buluruz.

*Gayemiz, abdalları aptallaştırmak değil, aptalları abdallaştırmaktır.

*İstanbul; ilmin de, zulmün de, nazın da, niyâzın da mekânı… 

*Okuma yazma bilmiyorsan, bari “Kulak Mollası” ol!

*Her türlü umutsuzlukta tek umut, insanın kendisidir.

*Ahlaksızlığın “Ahlak” olduğu toplumda ahlak, “Ahlaksızlık”tır.

*Düşüncenizin ufku, kelime hazineniz kadardır.

*İstikbâlini hayâl et ki, inşâ edebilesin!

*Hikayeler, konuları hayata bağlar.

*Âlim anladığından mutludur , câhil anlamadığından…

*Ürün ve üretenin ömrü arasında ters bir orantı vardır! 

*Zahmette rahmet, rahmette zahmet gizlidir.

*Acı ve ızdırap, zaman halkalarının genişlemesi ile daha büyük bir alana yayılarak hafifler.

*Muhatabın kıymeti, sözlerin ağırlığında gizlidir!

*Hissetmediğimiz ıstırapta bile, mes’uliyetimiz vardır!

*Sadece ve hep “O” varsa, başka yol aramak niye, ne diye…

*Unutmak da, öğrenmektir!

*En tehlikeli göç, “Beyin Göçü”dür!

*Tek fikirleri “İnanca Küfür ve Vatana İhanet” olanların “San’atçı ve Edebiyatçı” geçindikleri bir âlemde “San’at ve Edebiyat”  yapmak(!), “Edepsizlik”dir.

*Ölmek istemiyorum, Sen varsın diye…

*Sabırlıyım. Canımı yakanların canları yanıncaya kadar!

*Ben, en  iyi uykuda düşünüyorum.

*Vuslatından ziyade, özlemek yeğdir Seni!

*Seni değil,  “var”lığını seviyorum!

*Gençlik için açlık, tokluktan daha gerekli…

*Bakmak mesafe, görmek tecellidir. 

*“İnsan” olmadıktan sonra, zenginlik, makam, mevki, ünvan, şeref, haysiyet, itibar, din, iman, ibadet ve tarikat, hakikat değil!

*Pervâsızım,  Sana pervâne olmaktan yana…

*İnanmak suflî ve kolay, anlamak ulvî ve zordur!

*Hayat, hedonidir.

*Her canlı, yaşamaya programlanmıştır.

*Her organizma, yabancıyı tanır ve tepki verir!

*Kadın, güç, direnç ve  gençlik sembolüdür.

*Yalnızlık, ömür törpüsü…

*İnsan, narsist bir istismar makinesidır.

*Holistik Çağın Yönetim Sistemi, “Algoritmokrasi”dir.

*Dijital dünya, her şeyin keskin sınırlarla farklılaştığı bir dünyadır.

*Sınırsız arzularda, tatmin yoktur.

*Din eğitimi ve yönetiminde ıslahat yapılmadan, eğitim reformu başarısız kalır.

*İman, sorumluluktur.

*Kur’an-ı Kerim anlaşılmadan, “tam müslüman” olunamaz!

*Metaverse, her şeyin denenebildiği, hayallerin alınıp satılabildiği  ve  gönüllü halüsinasyonların görülebildiği üç boyutlu bir simülatör ve oyun âlemidir!

*Metaverse, bağımlılık yapan bir oyun ve “Tanrı’yı oynayarak” hayat tarzına yapılan bir müdahaledir. 

*Aşk, Şeyh-i San‘ân gibi, insana mezhebini de, meşrebini de, hatta dinini de değiştirebilen bir illettir.

*İstikbâl perspektiflerini canlı ve öncelikli tutmayan toplumlar, esarete mahkûmdur.

*Getirisi en yüksek ihracat ürünü, “BİLGİ”dir.

*İnsan, doğrudan ziyade, yalana inanmaya meyillidir!

*Deprem, yerkürenin epilepsi nöbetidir!

*Cehâletin sesi, baskın çıkar!

*Mutasyonlara selam, aşılara devam! 

*“Dijital, Korku ve Panik Pandemisi” için henüz bir “aşı” geliştiremedik!

*En güçlü bağışıklık, hastalığı geçirmek suretiyle  kazanılabilir!

*Büyük başarıların yolu, küçük başarısızlıklardan geçer!

*Aşk, ele avuca sığmayan bir sevgiliyi kontrol edememektir.

*Bir an, bırakır gider her şeyi insan!

*Bilim ve Teknoloji ile, hiç bir kimsenin inadı baş edemez.

*Aman Dikkat! Şeddat, Firavun, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Abdullah ibni Sebe, Secah, Müseyleme’tül Kezzap, Yezid, İbn-i Mülcem ve Lawrence’ler… kol geziyor aramızda! 

*Mazin, seni takip eden iflah olmaz kaderindir!

*Geçimini, “ahmaklık” ve “aptallık”tan sağlamak da bir “maharet” olmuş…

*Bilim takdir edildiği yerde doğar ve gelişir, iltifat gördüğü kültürlerde şahlanır.

*Sen, affedilmeye hazır olsan, O, hep affetmeye hazır…

*İnsan “Tarih”i, kendi ölüm tarihi ile değiştiremeyebilir, ama hayatı ile değiştirebilir.

*Oruç, bir “Hayat Felsefesi”dir.

*Zaman “An”,  An “Han”dır.

*Tecrübe ve tekrar edilmemiş bilgi, yok olmaya mahkümdur.

*Yenilikler, kabullenmenin değil, deneylerin çocuğudur.

*Doğru ve gerçek fânî, aşk ve hakîkat bâkî… 

*Canlılık, atan bir kalpten ziyade, bilgi işleyen bir zeka ve bir zihin ile müterâfıktır.

*Keşiflerimiz, düşünce ve hayal ufkumuzla sınırlıdır.

*Robot çocuklarımız, kapımızda…

*Cihanşümul düşünce, “Vatandaşlık” değil, “Yaşamdaşlık” olmalıdır!

*Ne olursa ol, ilk işin peşini bırakmaz, takibinden ve etkisinden kurtulamazsın!

*Sürüye katılmak için, şahsiyet gerekmez! Dik durmak için şarttır.

*Düşünmenin son merhalesi, inanmaktır.

*İtaati isyan, hakkı haksızlık kutsal kılar.

*İtaatın timsali melek, isyanın ise şeytandır.

*Tefekkürümüz, Dergâhımız, Cangâhımız ve Kıblegâhımızdır!

*Tanımlamak, sınırlamaktır!

*İnsan, doğal değil, kültürel bir varlıktır.

*Toplum, ortak inanç ve efsaneler ile teşekkül eder, bilim ile yaşar ve tekâmül eder.

*Tanrı, bilimin konusu değildir.

*Hedefte “Lüsifer” var, belli bir ışık spektrumunda parlar ve “geçiş üstünlüğü” sağlar!

*Diriler, ölülerden daha çok rahmete muhtaç…

*İnsanla ilgili olarak, en mâkul, en mantıklı, en düzgün, en anlamlı ve en asil dil, “Felsefe Dili”dir.

*Farklı tasavvurlar manzumesi olan Felsefe, Eflatun  ile sevilir, Aristo ile öğrenilir.

*İyi hekim ve iyi cerrah, mesleği hâricindeki bir sahada da temâyüz edebilendir.

*“Tasavvuf Kültürü”, “Can Kültürü”dür.

*Beş çeşit kardeşlikten(Karın, Din, İnsan, Can, Varlık) en önemlisi, “CAN KARDEŞLİĞİ”dir.

*Dünyadaki “itibar”ın, Dünyadaki “mal”ın kadardır!

*Bilim insanının en güçlü şevki ve hazzı, ANLAMAKTIR.

*“Devrim yobazı” da, “Din yobazı” da, Matematik’ten anlamaz. Velhasıl YOBAZ… 

*Matematik, bir “SAN’AT”tır.

*Adaletin olmadığı yerde, namussuzluk “fazilet”tir!

*Cehalet, kontrolsüz güçtür!

*Maddi ve manevi fayda sağlamayan ilim ve bilime zaman harcamak, israftır!

*Ben  kitaplarımı, öğrenmek için yazıyorum!

*Daha adaletli ve daha yaşanabilir bir hayat için, Nörobilim ve Yapay Zekâ çalışmaları birlikte yürütülmelidir. 

*Yapay Zekâ mahkemede(!), günümüz insanından daha âdil  “hüküm(!)” verebilecektir!

*Robotlar da, çocuklar gibi eğitilebilirler!

*Cihanşümul hayatın kodları, birbirine üstünlüğü olmayan, adalet  temelli  enformatik(bilgi) bağlantılarda saklıdır.

*Bir matematik modelleme olan algoritma, makina dili ve öğrenmesidir.

*Hayata dâir her sistem, bilgi işler ve zekâ sahibidir!

*Hayat; bilgi işleyen sistemler topluluğunun, kollektif hareketidir.

*Mutasyon bir anlamda, bilgi işleyen her sistemin yeni zihin ve yeni bilgi üretmesidir!

*Bilgi üreten,  enformasyon ve algoritması olan her şey, canlıdır!

Bestelenmiş bir rubaimizle bitirelim.

Güfte; İsmail Hakkı AYDIN

Beste; Fatih Salgar

Makam; Ferahnâk

Usül; Türk aksağı

Aşkın ile yak beni dîvâne diye yâr!

Kül eyle benim kalbimi pervâne diye yâr!

Dil hânesini öyle yakıp yık ki cânım sen,

Kimse giremez gönlüme vîrâne diye yâr!